^^

16 Nisan 2016 Cumartesi

tırnak izleri

hecelere hapsedilmiş duyguları; 
tırnakları kırılıncaya, 
parmak uçları kanayıncaya kadar arşınlarmış duvarları. 

aynı gökyüzünü kapatan, 
farklı tavanların altındaki 
yüzlerce tutsak kişi... 
kimi tanrıya dua eder 
kimi sevmez onu, bunları yaşadığı için. 

tanrı tanımaz biriyse o 
ne yapmalı dersin? 
karışık saçları altındaki zihni, 
açar mıydı kilitleri 
hür bırakır mı, sahipsiz hisleri? 

gökyüzünün üstüne geçirilmiş siyah kareli hayatlar, 
karanlığa işlemiş, kırmızı şeritli kadınlar. 
yaralar geçer, 
tırnaklar uzar. 
ya terk eyler o bedeni, duygular 
ya da özgürce yaşar

Günahkâr Dua


 kara tahtaydı bedenim
ve sen de tebeşirim 
üzerimde arzuyu anlatırcasına kayan tenin 
sonsuzluğa inandırmaya çalışırdı 
nedeni; 
bir hayalperestin, üzerine en çok düştüğü hayali... 





kömürün ateşe sarılışındaki şehveti 
andırırdı 
birkaç saat içinde 
korlanarak 
ateşinde bitişimi. 








şimdi 
günahkâr dudaklarımla yalvarıyorum, 
tanrım! 
tanrım lütfen kavuştur bedenlerimizi 
bıktım sevişmelerimize 
sıralamaktan dizeleri.

22 Şubat 2016 Pazartesi

bozulmuş bir evren giyinen birine şiir

Çarpık kentleşmenin merkeziydi zihni
Kirpiğinin düştüğü yerde sel olurdu
Kapattığında gözlerini
Göz kapakları yanardı,
Yanardağın zirvesinden lavlara bakar gibi.

Çarpık kentleşmenin merkeziydi zihni,
Asla doğru zamanda
Doğru şeyi düşünmezdi

Olur olmadık zamanda ağrırdı başı
Olur olmadık zamanda düşlerdi kafasını
                                      bedeninden ayrı.

Erozyonun coğrafyası , dudaklarıydı,
kurak ve ilgiye muhtaç olan.
Ve boynundan koynuna 
     teğet geçen hayat
Kesişirdi canıyla cansızlığına...

Kıyametin haritasında geçerdi
Kırışıklık çizgileri
Çarpık kentlerin gölgesinde
kalan gülümsemesi
Mani olurdu bazen
         cansızlığının topraklarına geçmesine
                                                misafirlerin.

Canını avuç içlerinde taşırdı
İsterse yıldızlara erişirdi parmak uçları
Tırnakları bilenirdi
Geçirse tırnaklarını
Doğa ana çığlık atardı.
Depremler kol gezerdi
     Yeryüzü olan bu bedenin her yerinde
Tsunami olurdu 
               boğulurdu benliğinde
Çığ olurdu
       ezilirdi altında düşüncelerinin
Fırtına olurdu
Heyelan olurdu
Felaket olurdu
Felaket olurdu kendine.

Geceyi kasıklarında
Güneşi bakışlarında saklardı.
Gözlerinin akı kızarırdı.
Kapattığında gözlerini,
Göz kapakları yanardı cayır cayır
Beslediğinden göz bebeklerinde,   
                                  cehennemi


Düzensiz düzenini yık.
Çıkar artık bedeninden
Giyindiğin bu bozulmuş evreni.



Sabahattin Ali'ye selam olsun!
Seviyorum seni.

3 Şubat 2016 Çarşamba

döngü

Döndü ve en çok can yakan kelimeleri özenle seçmiş gibi, döktü dudaklarından; 

"Üzgünüm, sana bunları yaşatmamalıydım. Bir başkası da bana bunları yaşattığından tüm bu olanlar." 
Canımın acısının canı yanmıştı. 
Onun canı yandı diye, bir kez daha onun için yaktım kendimi. Bir bağımlının kül tablası nasıl doluysa, benim de her yanım kül olana kadar yanacaktım. 
Onun gülüşüyle sanki külleri üfler de uçuşur ya hani, öyle uçuşacaktım. 

Demek bir başkasına aitti kalbi. Bir başkası kanatmıştı onu. Olsun dedim, onu iyileştireceğime inandım hep. Onun yara bandı olacaktım. Bana gülecekti. Bana ağlayacaktı. Ben onun her şeyi olacaktım. Yani öyle düşünmüştüm nicedir. 
Evdeki hesap, çarşıya uymaz ya hani, aynen öyle. Yara bandı olmaya çalıştım, o kanadıkça yıprandım, yırtıldım, paramparça oldum. Onu güldürdüm sanarken, o kendi sevdiğini hatırlar , mutlu olur gülermiş. Geç anladım. Ve anladıkça tükendim. İnanır mısın, göğsüme başını koyduğunda öyle uçuyordum ki, o ağlarken kendi aşkına ağlarmış hiç bilmezdim. 

Ben hani onun  her şeyi olacaktım ? ben hiçbir şeydim. Bir şey olamadım ben, ne onun ne başkası için. Kendi içimde aşık olup, böyledir demiş, aşk budur sanmıştım. Aşık olup, karşılık bulamamak anladım duman olmayı. Tükenmeyi. Yok olmayı. 

Şimdi bu yazıyı ona değil, onun aşkına ithaf ediyorum. Kim bilir döngünün neresindesin? Kim bilir kim canını yaktı da, şu hayatta tek sevdiğimi ağlattın. -seni sersem.- 

Keşke senin yerinde olsaydım. O zaman bunlar olmazdı. 
Belki o zaman hiçbir şeylikten öte bir şey olurdum. 

Yine de sana kızacak değilim. 
Karşıma çıkmasının nedeni sensin. 
Sana, sana aşık olan aşkımı emanet ediyorum. 
Kendi aşkınmış gibi iyi bak ona. 
Onu seviyorum. 

27 Ocak 2016 Çarşamba

bir meleğin evinde savaş



Ruhum güneşi reddediyor bu sabah
Çek perdeleri, çek! 

Bana emanet bu bedenin duvarları, 
Hiç olmadığı kadar beyaz. 
Göz kapaklarım örtüyor sevmediğim şeyleri, 
Ben bir çok şeyi sevmem. 
Yağmur yağacak yarın 
Ve pencereler sonuna kadar açılacak. 
Ben evde olmayacağım bile 
Bedenimin duvarları hiç olmadığı kadar ıslak. 


Bir de 

bedenimin içi var. 

Bir görsen ağzına kadar dolu! 

Ağzından üstü daha da dolu! 

En hassas yeri ise sol köprücük kemiği. 

Biraz altında kan akıyor oluk oluk. 

İşte bu, insan oğlunun defosu. 

Ve ne yazık ki bu dünyada geri iade yok. 


En hassas yeri, 

Sol köprücük kemiği, 

Minik bir meleğin evi. 

Taşıdığı ağır bir defter var üstelik. 

Bu kadar yorulma diyorum ona, 

Bırak defteri, 

Nasılsa gideceğim yer belli. 


Yaşlanmış ruhum; huysuz, aksi, nalet! 

Bedenimin duvarları, ruhuma inat, hiç olmadığı kadar genç 

Sanki teklif ediyor ruhuma bir cenk! 


Bu tutuşma, köprücük kemiğinin üzerinde bitiyor. 

Melek, yok oluyor bu genç ve güzel cesedin teninde eriyerek. 


Bedenim ruhumu reddediyor, 

Çık dışarı, çık!





Nazım Hikmete selam olsun!